4 Eylül 2012 Salı

Sao


60 yaşlarında, Portekiz göçmeni bir garson.
Yerinde duramaz.
Zıplamayla koşma arasında hareket eder.
Bu yüzden sürekli orasını burasını bir yerlere çarpar
Portekizce gibi ingilizce konuşur. Hatta arada bir Portekizce de konuşur…
Rahmetli Adile Naşit Teyze' yi Portekizce konuşurken gözünüzde canlandırın (Nasıl yapacaksanız!).
İşte Sao odur.
Tanıdığım en çok konuşan ikinci kişidir.
Birincisi kim diye sormayin.
O kendisini bilir!

* * *

13 saatlik uçak yolculuğumun ardından işte ilk günüm.
Egenin sıcak güneşi ciğer gibi yakmış ya, her gören birşey söylüyor.
Sao dururmu?
Koşa koşa ofisime geldi…
“Bello Elegante”
“You look so sharp. Why did you come back?”
Nasihat gibi bir soru…
Ne sen sor, ne ben söyliyeyim manasında bir gülümseme ile cevapladım.
“Anladın sen onu Sao” dedim konuşmadan…
Elindeki cheesecake’ i bırakmadan oğlu gibi sardı beni.
Hemen ekledi “Doğum günü mumu varmı?”
Müşterilerden birinin yaşgünüymüş.
Süpriz yapacak.
Dolapları karıştırdım. Mavi bir mum uzattım.
Beğenmedi.
“Pembe yokmu?”
“Al be Sao senden kıymetli mi?” dedim.
“Bir tane daha versene.”
“Neden? Kadın o kadar yaşlımı?”
Kalın bir kahkaha ardından mumu kapmasıyle odadan fırlaması bir oldu.
Kafamı masamın üzerinde yanıp sönen telefona çevirdim.

* * *

Ofisimin önünde acı bir cığlık…
Çığlıkla karışık cam kırığı sesleri
Karşımdaki asansörün kapısını kapanırken Sao’ nun içeri girme çabasını ve çarpma şiddetiyle kafa üstü yere düşmesini donarak seyrettim.
Şaşkınliğım 3-5 saniye sürdü.
Odanın dışına çıktım.
Sao sırt üstü yerde yatıyordu.
Gözleri kapalı
Hareket etmiyor.
Eğilip seslendim; “Sao beni duyuyormusun?”
10-15 saniye hiç kıpırdamadı.
Aniden gözlerini açti. Ayağa kalkmak istedi.
“Yaşgünü tabağını yukarı götürmem gerekiyor” diye çırpınıyordu.
Şoka girdiğini farkettim.
Dizlerimle vücuduna bastırıp, omuzlarından yere yatması için zorladım.
Kısa bir süre benle boğuşmaya çalıştaktan sonra sakinleşti.
Bir yandanda "Sakin ol Sao. Ben kaldıracağım seni" diye telkin ediyordum.
Yerde upuzun yatıyordu Sao.

***

Aynı anda mutfağın diğer ucundaki ofisinden mutfak şefi fırladı.
200 kiloluk vücuduyla masallardaki şişeden çıkan cin gibidir Freeman.
Kölelikten bıkmışlar ya, içinde özgürlük olan isimleri çok sever zenciler.
Bizim tonton zenci şefin ismide Freeman. Yani Özgür Adam!
Benim olaya hakim olmamın rahatlıkla, telofona yönelip, bir alt kattaki otel güvenliğini aradı.

* * *

Boynunu destek vererek oturtmak istiyordum Sao’yu.
Elimi kafasının altına koydum.
Avucum sıcak bir sıvı ile doldu.
Kafamı kaldırdım şefe bağırdım; Freeman!
Sao duymasın diye, sadece dudaklarımı oynatarak işaret ettim; “ 9-1-1”
Dudaklarımı okuyan şef, hemen cep telefonuna sarıldı.
Şansımıza diğer asansörün önünde kat görevlilerin temizlik arabası vardı.
Hemen bir havlu alıp kafasına tampon yaptım.
30 saniye sonra havlu kıpkırmızı oldu. 2-3 havlu daha alıp kanamayı durdurmaya çalıştım.
Sao kendine gelmeye başlamıştı. Elini başına koydu. Avuç içinin kan dolduğunu gördü.
“Önemli değil Sao. Ufak bir kesik. Ben hallediyorum” dedim.
Onun gömleğide, benim gömleğimde kan dolmustu.
Kafasını sardığım ve kıpırdamasın diye sımsıkı tuttuğum için hiçbir şeyi görmüyordu.
Mutfaktaki kadınlar telaşla cığlık atmaya başladı.
Dönüp öyle bir bakmışımki, hala anlatıyorlar…
4 dakika sonra bir kat aşagıdan güvenlik görevlisi ilk yardım çantası ile geldi.
Kafasını sarsın diye ona bırakırken, ambulansın siren sesleri geliyordu.
Hemen dışarı çıkıp karşılamak istedim.
Bu arada Freeman telefonda, gelen ambulansa olay ve hasta ile ilgili bilgi veriyordu.

***

5.dakikada 911 ambulansı geldi.
Arabadan inen ilk yardım gorevlisi bana ikinci şoku yaşattı.
Kendimi tutamadım;
“Is this a joke? It is not funny guys!”
Freeman kolumdan tutup, beni geri çekti. Benimle görevlinin arasına girmeye çalışıyordu.
Arabadan inen görevli 1.90 boyunda, ince, saçları arkadan at kuyruğu şeklinde bağlanmıştı.
Kaşlar alınmış, gözler rumelli, dudaklar boyalıydı.
Kocaman elleri, uzun tırnakları, ayağında dev gibi itfaiye botları vardı.
Olayın şokundan çıkamadan, kültür şokuna girmiştim.
Transeksüel bir ilk yardım görevlisini beklemiyordum.

***

Görevliler sakince bir sedye getirdiler. Bizim yaptığımız sargıyı kontrol ettikten sonra, kafasına bir destek kaskı geçirip, Sao’yu  sedyeye sıkı sıkı bağladılar. O kadar sakin olmalarına rağmen 15 dakikada Sao’ yu paketleyip, götürdüler.
Sao gitti, benim dizlerim titremeye basladı.
Başım döndü.
Ofise gidip 15-20 dakika kendime gelmeye calıştım.

***

Sao 8 saat ilk yardımda kaldı.
Bu sürede kimse ile görüşmesine izin verilmedi.
Bir ay çalışamaz raporu aldı.
O günden beri görmedim.
İyi olduğunu söylüyorlar.
Hatta ogün çalışamadım diye kaçırdığı bahşişleri düşünüyormuş.

***

Bende o günden beri düşünüyorum;
1.) Gerçekten pamuk ipliğinemi bağlıyız?
2.) Acaba karşımızdakine bu son bakışımızmı?
3.) İlk yardım bu kadar mı hızlı olur?
4.) Bu stresde, bu kadar mı sakin kalınır?
5.) Transeksüel ilk yardım görevlisi neden bu kadar şaşırtır?
6.) Sao ölseydi, ilk yardımı yapan kişi olarak beni neler bekliyordu?
7.) Bu olay, Türkiye’de olsaydı nasıl gelişirdi?

Ümit Palabiyik
Temmuz 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder